VAKIF “İNSAN OLMA” SANATIDIR
İnsan,
fıtratında iyilik yapma ve yardımlaşma cevherini taşıyan bir mahlûktur. Bu
cevher her insanda mevcuttur ancak kiminde kömür kiminde elmas olarak görünür.
Bu görünüm insanın kumaşıyla değil dikişiyle alakalıdır. Yani kömürden elmasa
uzanan meşakkatli yol bu parlaklığı etkiler. İnsanların yardımlaşması onların
kalplerini yumuşatır, cevherlerini elmasa çevirir. İşte vakıflar insanlardaki
bu iyilik yapma duygularının müesseseleşmiş halidir.
Sosyal
devlet olgusu ile ferdiyetçilik düşüncesi batı insanında fıtrî olan yardım etme
ve iyilik yapma duygusunu köreltmiştir. Bunun sonucu insanlar her şeyi sosyal
devletten bekler olmuş; toplumda sevgi, saygı ve güven zedelenerek yalnızlaşma
olgusu ortaya çıkmıştır. Oysaki hem insan olmamızın gerekleri hem de dinimizin
vecibeleri biz insanları bir arada yaşama kültürüne yönlendirmiştir. İşte bu
ihtiyacı karşılama noktasında vakıf bir cemiyettir. Bir arada yaşama kültürünün
yaşatıldığı bir müessesedir. Vakıf kanaattir; elindekinin kıymetini anlamak,
elinde avucunda olmadığında da elinin, ayağının, ruhunun neler yapabileceğinin
farkına varmaktır. Vakıf, insanın kendisini aşıp, dertlinin derdiyle dertlenmektir;
bir yetimin başını okşamak, bir garibin gözyaşını silmek, bir düşmüşün koluna girmektir.
Kısacası vakıf bir muhtacın ihtiyacını karşılamak, derdiyle hemhal olmaktır. Bu
muhtaç bir insan olabileceği gibi, bir hayvan bir eser ve bir orman da
olabilir. Bizim vakıf tahayyülümüzün hududu yoktur. Bu bakımdan vakıf, insanın
ölmeden ebediyete diktiği bir fidandır. Vakıf,
“Ölüm bize ne yakın, ne uzak bize ölüm/Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın
ölüm.” dizelerindeki ölümsüzlüğü tattıran bir müessesedir.
Vakıf,
insanları menfaat dışı bir amaç uğruna bir araya getirerek başlı başına bir
medeniyetin adı olmuştur. Hayrın müesseseleşmiş hali vakıfların nasıl bir
medeniyet teşekkül ettiğine bakarak nasıl bir mirasın üzerinde yaşadığımızı
daha rahat görebiliriz. Vakıf medeniyetimiz asr-ı saadetten günümüze kadar inşa
olunmuş bir hayır katarıdır. İslam’ın ilk STK’sının vakıf olması vakıf
medeniyetinin köklerinin ne kadar derinde olduğunun göstergesidir. Ensar ve
muhacirlerin kardeşliği ile yardımlaşma kültürü bu medeniyetin içerisinde
kurumsal olarak yer bulmuştur. Sonraki dönemler ve özellikle Osmanlı Devleti
dönemindeki örneklerinde zarafeti ve inceliği çok açık şekilde görebiliriz. Hizmetçilerin
kırdıkları eşyalardan dolayı hırpalanmamaları için zararı karşılayacak
vakıflardan, göçmen kuşların yol güzergâhlarına aç kalmamaları için yiyecek
koyan vakıflara kadar yerküre üzerindeki her muhtacın ihtiyacına cevap
verebilecek vakıflar tahsis olunmuştur. Toparlayacak olursak vakıflar toplumun
hayır ve iyiliğine olan her yerde, sağlam birer sigorta teşkilâtı gibi vazife
ve hizmet görmüşlerdir.
Vakıf
gönüllülüğü, paylaşmanın mutluluğunu tatmaktır. Bu gönüllük engellere mazeret
üretmemeyi ve hayata karşı kayıtsız kalmamayı da beraberinde getirir. Vakıf
gönüllüğü mazluma ve muhtaca el uzatmaktır. Vakıf gönüllülüğünün bu
insaniliğini üstad M.Akif ERSOY’un şu dizeleriyle daha iyi anlıyoruz:
“…Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta
ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar
kaldırırım!...”
Vakıf insanı
olmak her insana nasip olabilecek bir nimettir. Bu nimetin hiçbir ön şartı
yoktur. Vakfetmek, maldan önce gönüllülükle yapılabilecek bir eylemdir.
Gönüllülük, insanın kendisini aşarak insan olmanın en neciz hasletlerinden
birine erişmektir. “Eğer tadını bilirsen ekmeği paylaşmak ekmekten daha
lezzetlidir.” derken Üstad Necip Fazıl insaniliğin muhteşem lezzetinden
bahsediyordu kuşkusuz. Vakıf yolculuğu öyle bir yolculuktur ki atılan her adım
insanın kendisine doğru kat ettiği bir yoldur. Nasıl bir heykeltıraş küçük
dokunuşlarla çamura suret kazandırıyorsa, vakıf da küçük dokunuşlarla topraktan
gelen ademlere siret kazandırır. Ezcümle vakıf, insan olma sanatıdır.
M.Fatih GÖKSU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder