2 Ekim 2014 Perşembe

Bizim İçin Su, Afrika İçin Yaşam

Bizim İçin Su, Afrika İçin Yaşam…
Dünyada tatlı suya olan ihtiyaç günden güne artıyor. Gelecekte ülkeler arasındaki savaşların su temelli olacağı sık sık vurgulanmaktadır. Gelişmiş devletler ilerde tatlı su ihtiyaçlarını karşılamak için yeraltı sularının ölçümlerini yapıyor, başka devletlerle anlaşmaya çalışıyor, su kaynaklarının kullanımı ile ilgili halkı bilinçlendirmek adına forumlar, paneller düzenlerken; Afrika ülkelerinin en büyük sıkıntılarının başında ‘su’ geliyor. Suyun olmamasından dolayı salgın hastalıklar ortaya çıkıyor, bu sebeple ölüm sayılarında artış gözlemleniyor, tarım sulamaları yapılamıyor böylece gıda ihtiyaçları karşılanamamış oluyor ve temiz bir ortam bulunmadığı ve kişisel bakım yapılamadığından dolayı günlük hayat yaşanılamaz bir hâl alıyor. Bizim için su sıradan bir nimet iken Afrika için yaşamı temsil ediyor.
Sorumluyuz..! 
Susuzluktan toprağın çatladığı, dudakların kuruduğu, bir yudum temiz suya muhtaç milyonlarca çocuktan, yaşlıdan ve gençten; Afrikalı’dan sorumluyuz. Afrika 21. Yüzyılda insanlığın kaybettiği ağır bir imtihandır. Bizlerin musluklarından sular çağıldayarak akarken hatta musluktan akan suyu beğenmeyip hazır suları evimize getirtirken; onlar su için her gün 3-4 kilometre yol kat etmek zorundalar ve elde ettikleri su ise birkaç litreyi aşmayacak kadar yetersiz, zorla bulabildikleri sular ise bulanık veya hastalık sebebi olacak nitelikte.
Sorumluyuz..!
Afrika’da susuzluktan ölen çocuklardan, temiz su için dinlerinden, değerlerinden vazgeçen insanlardan… Kemikleri sayılacak duruma gelen, bir yudum temiz suya, bir lokma ekmeğe muhtaç insanlardan sorumluyuz.
Üzerine konan sineği kovacak kadar dermanı olmayan insanları görünce ilk seferde belki yüreğimiz sızlıyor. Zaman geçtikçe bizim için sıradanlaşıyor artık normal bir durummuş gibi karşılıyoruz. Vicdanlarımız köreliyor, kalplerimiz nasırlaşıyor zamanla...
Hâlbuki bizler hem dinimizin hem de kültürümüzün öğretilerine göre sırt dönemeyiz mazlumlara, mağdurlara. Hatırlayın kötü yolda olan kadını;susuzluktan dili dışarıda olan köpeğe ayakkabısıyla kuyudan su çekerek ihtiyacını karşıladığı için cennetle müjdelendiğini. Hatırlayın sadaka-i cariyeyi öldükten sonra da hesap defterimizi doldurduğunu Hatırlayın Osmanlıdan gelen çeşme kültürünü. Bugünkü Afrika kuyularının hiçbir farkı yoktur bu kültürden. Hatırlayın sıcağın hararetli olduğu yaz aylarında bir bardak soğuk suyla yüzünüze gelen memnuniyeti. En önemlisi hatırlayın insan olduğunuzu..
Afrika’da bulunduğum 15 günlük sürede çok az da olsa yokluğu hissettik. İlk defa oruç tuttuğumun farkına vardım. Güneş tepemizde bir ateş korunu andırıyor, yataklarımız kum kokuyor, musluklardan akan sular kahverengiye bürünmüş hâldeydi. İftarları vaktinden birkaç saat geç yapıyorduk. Çünkü bir gün bile olsa gerçek manada insanların karnının doymasına vesile oluyorduk. Şekerin ne olduğunu bilmeyen çocuklara ikramda bulunuyorduk. Tüm imkânsızlıklara mutlu olmaları bizleri hayrete düşürüyor; kendi halimize bakıp utanıyorduk. Onlarla ilgilenen kardeşlerinin –beyazların- olduğunu görmeleri havlu atmalarını engelleyip hayata biraz da olsa umutla bakmalarını sağlıyordu. Bizim ruh halimizin onlarınkinden farklı olduğunu söylesem kendimize haksızlık etmiş olurum. Onlardan ayrıldıktan sonraki iç huzurumuz, kelimelerle anlatılmaktan daha ulvi bir hâl. Velhasılı kelam dünya bir inkılab bekliyor ve bunu gerçekleştirecek olanlar bizleriz. Sorumluyuz..

8 Haziran 2014 Pazar

                                               VAKIF “İNSAN OLMA” SANATIDIR

İnsan, fıtratında iyilik yapma ve yardımlaşma cevherini taşıyan bir mahlûktur. Bu cevher her insanda mevcuttur ancak kiminde kömür kiminde elmas olarak görünür. Bu görünüm insanın kumaşıyla değil dikişiyle alakalıdır. Yani kömürden elmasa uzanan meşakkatli yol bu parlaklığı etkiler. İnsanların yardımlaşması onların kalplerini yumuşatır, cevherlerini elmasa çevirir. İşte vakıflar insanlardaki bu iyilik yapma duygularının müesseseleşmiş halidir.

Sosyal devlet olgusu ile ferdiyetçilik düşüncesi batı insanında fıtrî olan yardım etme ve iyilik yapma duygusunu köreltmiştir. Bunun sonucu insanlar her şeyi sosyal devletten bekler olmuş; toplumda sevgi, saygı ve güven zedelenerek yalnızlaşma olgusu ortaya çıkmıştır. Oysaki hem insan olmamızın gerekleri hem de dinimizin vecibeleri biz insanları bir arada yaşama kültürüne yönlendirmiştir. İşte bu ihtiyacı karşılama noktasında vakıf bir cemiyettir. Bir arada yaşama kültürünün yaşatıldığı bir müessesedir. Vakıf kanaattir; elindekinin kıymetini anlamak, elinde avucunda olmadığında da elinin, ayağının, ruhunun neler yapabileceğinin farkına varmaktır. Vakıf, insanın kendisini aşıp, dertlinin derdiyle dertlenmektir; bir yetimin başını okşamak, bir garibin gözyaşını silmek, bir düşmüşün koluna girmektir. Kısacası vakıf bir muhtacın ihtiyacını karşılamak, derdiyle hemhal olmaktır. Bu muhtaç bir insan olabileceği gibi, bir hayvan bir eser ve bir orman da olabilir. Bizim vakıf tahayyülümüzün hududu yoktur. Bu bakımdan vakıf, insanın ölmeden ebediyete diktiği bir fidandır. Vakıf,  “Ölüm bize ne yakın, ne uzak bize ölüm/Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm.” dizelerindeki ölümsüzlüğü tattıran bir müessesedir.

Vakıf, insanları menfaat dışı bir amaç uğruna bir araya getirerek başlı başına bir medeniyetin adı olmuştur. Hayrın müesseseleşmiş hali vakıfların nasıl bir medeniyet teşekkül ettiğine bakarak nasıl bir mirasın üzerinde yaşadığımızı daha rahat görebiliriz. Vakıf medeniyetimiz asr-ı saadetten günümüze kadar inşa olunmuş bir hayır katarıdır. İslam’ın ilk STK’sının vakıf olması vakıf medeniyetinin köklerinin ne kadar derinde olduğunun göstergesidir. Ensar ve muhacirlerin kardeşliği ile yardımlaşma kültürü bu medeniyetin içerisinde kurumsal olarak yer bulmuştur. Sonraki dönemler ve özellikle Osmanlı Devleti dönemindeki örneklerinde zarafeti ve inceliği çok açık şekilde görebiliriz. Hizmetçilerin kırdıkları eşyalardan dolayı hırpalanmamaları için zararı karşılayacak vakıflardan, göçmen kuşların yol güzergâhlarına aç kalmamaları için yiyecek koyan vakıflara kadar yerküre üzerindeki her muhtacın ihtiyacına cevap verebilecek vakıflar tahsis olunmuştur. Toparlayacak olursak vakıflar toplumun hayır ve iyiliğine olan her yerde, sağlam birer sigorta teşkilâtı gibi vazife ve hizmet görmüşlerdir.

Vakıf gönüllülüğü, paylaşmanın mutluluğunu tatmaktır. Bu gönüllük engellere mazeret üretmemeyi ve hayata karşı kayıtsız kalmamayı da beraberinde getirir. Vakıf gönüllüğü mazluma ve muhtaca el uzatmaktır. Vakıf gönüllülüğünün bu insaniliğini üstad M.Akif ERSOY’un şu dizeleriyle daha iyi anlıyoruz:

                    “…Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
                     Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
                     Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
                     Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!...”

Vakıf insanı olmak her insana nasip olabilecek bir nimettir. Bu nimetin hiçbir ön şartı yoktur. Vakfetmek, maldan önce gönüllülükle yapılabilecek bir eylemdir. Gönüllülük, insanın kendisini aşarak insan olmanın en neciz hasletlerinden birine erişmektir. “Eğer tadını bilirsen ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir.” derken Üstad Necip Fazıl insaniliğin muhteşem lezzetinden bahsediyordu kuşkusuz. Vakıf yolculuğu öyle bir yolculuktur ki atılan her adım insanın kendisine doğru kat ettiği bir yoldur. Nasıl bir heykeltıraş küçük dokunuşlarla çamura suret kazandırıyorsa, vakıf da küçük dokunuşlarla topraktan gelen ademlere siret kazandırır. Ezcümle vakıf, insan olma sanatıdır.

M.Fatih GÖKSU
 


Talimü'l Müteallim (İslam'da Eğitim-Öğretim Metodu)

Zernuci’nin Talimü’l Müteallim Adlı Eserinde İlim Yolcusunun Özellikleri
İlim; Âlemi konu edinen her şeydir.  Âlem ise Allah’ı bilmeye tanımaya vesile olan her şeyin adıdır. İnsanlar âlemi, cinler âlemi, melekler âlemi, bitkiler âlemi, hayvanlar âlemi…
Peygamberimiz (s.a.v) buyurmuşlardır:       مسلمةو مسلم كل على فريضة العلم طلب
“İlim öğrenmek, her Müslüman erkek ve kadına farzdır.”[1] Zorlu olan bu yol, ilim yolcusu ve ilim yolu açısından bazı şartları gerektirir. En önemlisi ilim yolcularının ilme ulaşma yollarını bilmesi gereklidir. Metodu bilmeyen kişi meleklerin kanatları üzerinde yürüdüğü bu yoldan sapar ve maksadına ulaşamaz. Peki, nedir bu şartlar?
İlimde niyet esastır. İlim yolcusu dünya menfaati ve rütbesi elde etme düşüncesinde olursa yahut bir diplomaya sahip olmaya niyet edip Allah rızası için, dinin ihyası, Müslümanlardan cehalet ve taassubun yok edilmesi konusunda iyi bir niyet taşımazsa onun öğreniminin Allah katında hiçbir değeri olmaz. Böyle kimseler sevap alamazlar. Ancak diploma, mevki ve rütbe alırlar. Fakat ilim yolcusu Allah’ın rızasına niyet ederse hem dünyaya ait rütbe ve değerlere nail olmak, hem de ahirete ait yüksek rütbeleri ve üstün mevkileri kazanmak söz konusu olur. Niyet, ilim yolcusunun ilk adımıdır. Niyetten sonra çalışmak esastır. İlim yolcusu çalışmasının sonucunu ise Allah’a bırakmalıdır. Bu ise tevekkülü gerektirir. [2]
Tevekkül, kul olarak acizliğini beyan edip Allah’a güvenmek, teslim olmaktır. Tevekkül çalışmaktan sonradır. Önce azim, teşebbüs ve çaba sonra tevekkül gelir. İlim yolcusunun tevekkülü ise ilimde kavrayış sahibi olması içindir. Peygamberimiz (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuşlardır: “Önce deveni bağla sonra tevekkül et.”   İlim yolcusunu ilim yolunda bekleyen tehlikeler vardır. Bu tehlikelerden kendisini takva ile koruyabilir.
Takva, dünya ve ahirette insana zarar verebilecek şeylerden korunmak, böylece Allah’a yaklaşmaktır. İlim yolcusu dünya işlerine, geçim derdine düşmemeli kendini tamamıyla ilme vermelidir. Çünkü dünya kişiyi oyalar ve böylece ilimden alıkoymuş olur. İmam-ı Azam’ın öğrencilerinden İmam Veki’ vakit alır düşüncesiyle yemeği ekmeksiz yer, bu konuda şöyle derdi “Ekmeği yemek ve çiğnemekle vakit kaybolur. Bu kadar zaman içinde ben elli âyet Kur’an okuyabilirim.” [3]
İlim yolcusu, ilim tahsili ile Allah’ın verdiği akıl nimeti ve beden sağlığı nimetinden ötürü Allah’a karşı şükretmelidir. Çünkü şükür, şükredilen şeyin artmasına sebeptir. Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili Cenabı Hakk şöyle buyurmaktadır:  “…Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi arttırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”[4] Şükür sayesinde öğrenci kendi aklını beğenmekten sakınır. İslam eğitim sistemini maddeci eğitim sisteminden ayıran nokta burasıdır. Bir tarafta aklını beğenenler, her şeyi kendinden sananlar; diğer tarafta bu aklı verene teşekkür edenler bulunmaktadır. Birinin vardığı sonuç bunalım, huzursuzluk, boşluktur. Diğerininki ise tam bir huzur, bağlılık, eminlik ve iki dünya mutluluğudur.[5] İlim yolu zorlu bir yoldur. Bu mutluluğun sağlanması ve sürekli kalması kolay değildir. Şeytan insanı vazgeçirmek için her türlü hileye başvurur. Bunun için ilim yolcusunun sabırlı olması gerekmektedir.
 Sabır, bütün işlerin üzerine bina edildiği büyük bir temeldir. İlmin yolları çok pürüzlü ve dikenlidir. Maksada erişebilmek için pürüzlere göğüs germek, engelleri sabırla tırmanmak gerekir. İlim bir denize benzer. İlim yolcusu da bu denizde yüzmek isteyen bir yüzücüdür. Yüzmeyi bilmeyenin denizde boğulduğu gibi ilmi elde etmenin kurallarını bilmeyen kişi de işin başında batar, başarı sağlayamaz. Yüzmeyi başaranlar ise bunu övünç kaynağı olarak görmemeli, duruşunu bozmamalıdır.[6]
İlim yolcusu alçak gönüllü olmalıdır. Yani ilim yolcusu elde ettiği bilgiyi başkalarına karşı bir böbürlenme vasıtası yapmamalıdır. Alçak gönüllülüğün de bir ölçüsü vardır. Kişi davranışları ile ne gurura kaçmalı ne de ilmin şerefini alçaltıcı bir tutum içinde bulunmalıdır. İlmin vakar ve şerefini de korumalıdır. İlim yolcusu bu koruma yollarını ise hocasından öğrenir.1
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: الرجال افواه من العلم خذوا  “İlmi kişilerin ağızlarından alın.”[7] Burada âlimler kastedilmektedir. İlim öğrenmek için mutlaka bir âlimin hem gönlünden, hem de dilinden ilim elde etmek lazımdır. Hocanın seçimi de çok önemli bir esastır. İmam-ı Azam Ebu Hanife hocada aranacak özellikleri şöyle sıralamıştır:
1-      İlim yolcusu, ilmî seviyesi yüksek olan bir hocayı seçmelidir.
2-      Seçeceği hoca, insanların takva yönünden en üstünü olmalıdır.
3-      Hoca mevcut hocaları en yaşlısı olmalıdır.
4-      İlim yolcusu hoca seçerken ilim adamlarına danışmalıdır.[8]
Tevhid inancının temeli ilim, ilmin temeli de terbiye ve saygıdır. İlim yolcusu, hocasına, ilim adamlarına, kitaplarına ve geçmiş büyük âlimlere saygılı olmalıdır. İlim yolcusu ilme ve ilim adamlarına saygı göstermedikçe ilmi elde edemez ve elde ettiği bilgiden faydalanamaz. Geçmiş zamanlarda ilim yolcusunun herhangi bir kitap üzerine kalem, hokka veya başka bir şeyi koyması saygısızlık olarak nitelendirilmiştir.  
İlim yolcusunun hoca seçimi kadar arkadaş seçimi de önemlidir. Bunun için ilim yolcusu öğrenim aşamasında iyi arkadaşlar edinmelidir. İlim yolcusu aşağıdaki özelliklere sahip olan kimseleri arkadaş edinmelidir:
1.       Çalışkan olan.
2.       Takva sahibi olan
3.       Anlayışlı ve güzel huylu olan
4.       Az konuşan
5.       Zamanını boşa harcamayan.[9]
Dinimizde ve toplumumuzda ilim ve âlim her zaman baş üstünde tutulmuştur. Bunun sebebi ilmin onlarca meşakkatle elde edilmesidir.    İlim sonsuz bir okyanustur. Bizim ondan elde edeceğimiz bilgi ise damla kadardır. Bu damlayı elde etmek hiçte kolay değildir. Bu damlayı elde etmeyi kolaylaştırmak için bazı yöntem ve taktikler gerekmektedir. Niyet, tevekkül, sabır, şükür hoca ve arkadaş seçimi bu yöntem ve taktiklerin temelini oluşturur. Peygamberimiz (s.a.v) ilim ve âlimler hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa, Cenabı Allah onun için cennet yolunu kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenene kanatlarını gererler. Âlim için denizdeki balıklara varıncaya kadar gökte ve yerde ne varsa hepsi Allah’tan bağışlanma diler. Şüphesiz âlimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmamışlardır. Onlar ancak ilmi miras bırakmışlardır.”[10]




[1] İbn-i Mace, 1/81, H.No: 225.
[2] Zernuci, B. (2011). Tâlimü’l Müteallim (11.Baskı) içinde (69). İstanbul: Feyiz Yayınları.
[3],5 Zernuci, B. (2011). Tâlimü’l Müteallim (11.Baskı) içinde (75,72). İstanbul: Feyiz Yayınları.
[4] İbrahim Suresi/7

[6] Zernuci, B. (2011). Tâlimü’l Müteallim (11.Baskı) içinde (90). İstanbul: Feyiz Yayınları.
[7] Kaynak bulunamadı.
[8] Zernuci, B. (2011). Tâlimü’l Müteallim (11.Baskı) içinde (87). İstanbul: Feyiz Yayınları.
[9] Zernuci, B. (2011). Tâlimü’l Müteallim (11.Baskı) içinde (96). İstanbul: Feyiz Yayınları.
[10] Münziri, age, s. 94